Son dakika Prof. Dr. Biri: "Prostat kanserinde, erkeklerin yaşam boyu yakalanma ihtimali yaklaşık % 10-12 olarak gösterilmektedir" SonDakika Haberleri

TAKİP ET

KORU SAĞLIK VE TURİZM GRUBU YÖNETİM KURULU VE ÜROLOJİ KLİNİĞİ BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. HASAN BİRİ, ERKEKLERİN YAŞAM BOYU PROSTAT KANSERİNE YAKALANMA OLASILIĞININ YAKLAŞIK YÜZDE 10 İLA 12 OLDUĞUNU BELİRTTİ.

Son dakika haberleri net
Koru Sağlık ve Turizm Grubu Yönetim Kurulu ve Üroloji Kliniği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hasan Biri, erkeklerin yaşam boyu prostat kanserine yakalanma ihtimalinin yaklaşık yüzde 10 ila 12 olduğunu belirtti. Uzmanlar, özellikle 40 yaş üzerindeki erkeklerin yaklaşık yüzde 70 oranında prostatla ilgili belli semptomlar gösterdiğine dikkati çekiyor. Normal erişkin bir erkekte 20-30 gram civarında olan bu prostat organının yaşla birlikte büyümeye başladığını belirten uzmanlar, iyi huylu prostat büyümesinin yaşlanan erkeklerde en çok karşılaşılan sağlık sorunu olduğunu vurguluyor. Öte yandan uzmanlar, idrar kaçırma, idrar yapmaya başlarken zorlanma, kesintili idrar akışı, cinsel ilişki sırasında ve boşalma anında ağrı yanma, acı hissi, cinsel ilişki sonrası boşalma miktarında azalma, idrarda ya da menide kan görülmesi gibi semptomların ise kanser belirtileri olarak ön plana çıktığını vurguluyor. Bu çerçevede İHA muhabirine açıklamalarda bulunan Biri, prostat kanserinin erkeklerde en sık görülen kanser türü olduğuna dikkati çekerek, erkeklerin yaşam boyu prostat kanserine yakalanma ihtimalinin yaklaşık yüzde 10 ila 12 olduğunu belirtti. Biri, prostat kanserinin genellikle 50’li yaşlarda belirti göstermeye başladığını ifade ederek, erken teşhis için 50’li yaşın üstündeki erkeklere prostat kanseri taraması önerdiklerini kaydetti. “Kanser gelişiminde birden fazla önemli risk faktörü bulunuyor” Kanser gelişiminde birden fazla önemli risk faktörü bulunduğunu kaydeden biri, “İlk olarak, yaş önemli bir faktördür. Genellikle, prostat kanseri 50’li yaşlardan itibaren görülmeye başlar. 65-70 yaşın üzerindeki erkeklerin yaklaşık yüzde 50’sinde, 90 yaşın üzerindekilerin hemen hemen tamamında mikroskobik düzeyde prostat kanseri tespit edilmiştir. Aile öyküsü de dikkate alınmalıdır. Hastaların yaklaşık yüzde 15’inde diğer aile üyelerinin de prostat kanseri öyküsü olduğu gözlemlenmiştir. Irk ve etnik köken de bir risk faktörüdür. Bazı etnik gruplarda prostat kanseri riski daha yüksektir. Örneğin, Afro-Amerikalı erkeklerde daha sık görülürken, Asya kökenli erkeklerde daha düşük oranda görülür. Beslenme alışkanlıkları da etkilidir. Yüksek yağ içeriğine sahip beslenme alışkanlıkları prostat kanseri riskini artırabilir. Bununla birlikte, sebzeler, meyveler ve lif açısından zengin bir diyetin koruyucu etkisi olabilir. Testosteron seviyeleri gibi hormanel faktörler ile de prostat kanseri arasında bir ilişki vardır. Yüksek testosteron seviyeleri riski artırabilir. Son olarak, çevresel faktörler de dikkate alınmalıdır. Kimyasal maddelere maruziyet, özellikle pestisitler ve bazı endüstriyel kimyasallar, prostat kanseri riskini etkileyebilir” dedi. Erken tanı sayesinde tedavide başarının arttığını ve bu sayede yaşam kalitesinin de yükseldiğine değinen Biri, “Erken tanı, kanserin daha küçük boyutlarda ve sınırlı alanlarda yakalanmasını sağlar. Bu, tedavi seçeneklerini artırır ve hastanın yaşam kalitesini korur. Erken evrede yakalanan kanserler, genellikle daha az agresif ve daha iyi tedavi edilebilir. Erken tanı, kanserin yayılmasını engelleyerek komplikasyonları azaltır” değerlendirmesinde bulundu. Teşhis yöntemleri Spesifik Antijen (PSA) taraması sonrası yapılan klasik biyopsi yönteminin kanser teşhisinde yaygın kullanılan bir teknik olduğunu dile getiren Prof. Dr. Biri, “Bu yöntemde, prostatın çeşitli bölgelerinden parçalar alınır. Ancak, prostat kanseri homojen bir kanser türü değildir, bu nedenle klasik biyopsi tekniği bazen yetersiz kalabilir. Bu durum, tedavinin gecikmesine, kanserin ilerlemesine ve sonuç olarak kansere bağlı ölümlerin artmasına neden olabilir” ifadelerine yer verdi. “Mikro Ultrason Füzyon Biyopsi, prostat kanserini teşhis etme oranlarını artırmıştır” Prostat kanseri teşhisinde kullanılan en son ve ileri yöntem olan Mikro Ultrason Füzyon Biyopsi tekniğini de değinen Biri, sözlerine şöyle devam etti: “Bu teknik, prostat kanserini teşhis etme oranlarını artırmıştır. Türkiye’deki ilk uygulamalarından biri olan Koru Ankara Hastanesi’nde, ABD’li Johns Hopkins Hastanesi ile aynı anda kullanılan bu yöntem, geleneksel ultrason yöntemlerinin göremediği veya ayırt edemediği alanları detaylı ve kolay bir şekilde görselleştirebilmektedir. Bu yöntemin avantajlarından biri de MR füzyon biyopside olduğu gibi bir füzyon biyopsi yapabilme olanağı sunmasıdır. Ancak bilinmelidir ki her hasta için MR yapmak mümkün olmayabilir. Özellikle vücudunda stenler veya protezler bulunan hastalara MR çekmek zor olabilir. Ayrıca, kapalı alan korkusu olan hastalara da MR yapılması zorlu bir süreç olabilir. MR gerektirmemesi ve kronik böbrek hastalığı, şeker hastalığı gibi durumlarla ilişkili ilaç verme zorunluluğu olmadan gerçekleştirilebilen bir ultrason tekniği olması önemli avantajları arasındadır. Bu ultrason yönteminin standart ultrasonlardan bir diğer farkı, yüksek çözünürlük sunması ve yaklaşık 70 mikronluk kesinlikle MR’a kıyasla 10 kat daha başarılı bir görüntü sağlamasıdır. Dolayısıyla, Mikro Ultrason Füzyon Biyopsi şu anda dünyada en ileri teknoloji olarak kabul edilmektedir.” “Koru Ankara Hastanesi, ülkemizin önemli robotik cerrahi merkezleri arasındadır” Sağlık teknolojisinin ilerlemesi sonucu ortaya çıkan Vinci Robotik Cerrahi sisteminin prostat kanseri ameliyatlarında kullanıldığını aktaran Biri, “Robotik cerrahi sistemi, temelde kapalı ve minimal invaziv bir ameliyat tekniğidir. Cerrahın mümkün olan en az kesiyle operasyonu gerçekleştirmesine imkan tanıyan sistem, üç boyutlu üstün görüntüye ve ileri teknoloji ürünü, hareket yetenekleri çok fazla olan, çok ince ve hassas enstrümanlara sahip bir laparoskopik cerrahi sistemidir. Bu sistemde robotun kollarının uç kısımları üroloji ameliyatlarında, hastanın karın bölgesinden açılan ve boyutları 8 mm ve 12 mm arasında değişen 4 ya da 5 adet delikten karın içine yerleştirilen trokar denilen metal ya da plastik yapılara bağlanır. Cerrah ise hastaya dokunmadan tüm robot kollarını kontrol ederek ameliyatı yaptığı kontrol paneline (konsol) oturarak ameliyatı yapar. Son yıllarda ülkemizde de robotik ameliyatlar yaygınlaşmakta ve başarılı olarak gerçekleştirebilecek cerrahlar yetişmektedir. Koru Ankara Hastanesi, ülkemizin önemli robotik cerrahi merkezleri arasındadır” dedi. “Robotik ameliyatlar sırasında cerrah çok daha net görüntü aldığı için daha iyi tümör kontrolü sağlayabilir” Robotik cerrahinin klasik laparoskopi ve açık cerrahiye göre birçok avantajı bulunduğunu ifade eden Biri, “Daha az kan kaybı, daha az ağrı, daha hızlı işe dönüş ve daha erken taburculuk süresi, estetik olarak daha az kesi olması hasta için en önemli avantajlarıdır. Ayrıca robotik ameliyatlar sırasında cerrah çok daha net görüntü aldığı için daha iyi tümör kontrolü sağlayabilir. Dolayısıyla robotik cerrahi ameliyatları klasik ameliyatlara göre çok daha etkindir. Robotik cerrahi sisteminin kollarının ucundaki cerrahi enstrümanlar insan bileğinden daha fazla hareket kabiliyetine sahiptir. Bu enstrümanlar aynı zamanda insan bileğinin hareket kabiliyetinin çok ilerisinde bükülebildiği gibi 540 derece de döndürülebilir. Bu sayede vücudun birçok noktasına (özellikle dar ve küçük alanlarda) ulaşıp kritik cerrahi müdahalelerde kesme, tutma, dikiş atma gibi önemli kolaylıklar sağlar. İnsan eli fizyolojik olarak az veya çok titreyebilir; ancak robotik cerrahi sisteminin kollarındaki hassas hareket kabiliyeti bu titremeyi ortadan kaldırır. Bu sayede riskli bölgelerde yapılacak müdahalelerde insan eline bağlı hatalar büyük ölçüde azaltılır” açıklamasında bulundu. “Çok az da olsa cinsel fonksiyon kaybı riski vardır” Da Vinci robotik cerrahinin en önemli avantajlarından bir tanesinin de hassas hareketlere imkan kılması olduğunu belirterek, şunları söyledi: “Bu, cerrahın sinir dokularını daha iyi koruyabilmesi anlamına gelir. Robotik cerrahide cinsel fonksiyon kaybı yok denecek kadar azdır. Ancak, her cerrahi prosedürde olduğu gibi, çok az da olsa cinsel fonksiyon kaybı riski vardır. Bu risk, cerrahiye bağlı olarak değişiklik gösterebilir.” Sondakika haberleri net